sayfalar

22 Nisan 2010

Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik


Bir tatlı huzur almaya geldik…


Çocukları büyütüyor anneler babalar, yediriyor, içiriyor, adam ediyorlar…


Hatta daha baştan alalım, bir ana 9 ay karnında taşıyor. Kimi anneler ne zorluklar çekiyor o hamilelik döneminde. En rahat hamilelik geçireni bile hormanal dengenin bozulmasından dolayı bir çok buhran atlatıyor…. Ama evladı cennet kokuları ile verilmiyor mu kucağına; unutuyor çektiği tüm çileyi. Allah yeni bir psikoloji bahşediyor kadına! Ruhuna ve hormonlarına “annesin sen, şefkatlisin” diye emrediyor… “Ol” diyor Rabbim “Anne ol!”


Ya Babalar… Kadın bir doğum yaparken, erkek kapıda dokuz doğururmuş ya… İki canı da o kapının ardında. Biri misafiri yavrusu, diğeri kadını… Beklemenin acısını, sabrını yaşıyor.

Ve misafir çıkagelince yuvaya ne hayaller kuruluyor? Daha ilk gününü yaşarken yavrusu, film şeridi gibi geçiyor babanın gözünün önünden yavrucuğunun hayatı. Babanın tecrübeleri üzerine, annenin hayal ettiği hayat ile birlikte.

Zorluklar vuruyor bazen kapıyı. Hayat zor ve acı tarafını sunuyor aileye. Anne baba kavgadan korur gibi koruyor evladını hayatın bu yüzünden. Evladına hep en iyisini vermek istiyor. Elinden ne geliyorsa onun en iyisini…


Anne baba da kul değil mi? Yapıyorlar bazen hata. Üzüyorlar evlatlarını, anlamıyorlar zamanı geliyor, ya da haddinden fazla anlamaya çalışıyorlar. Koruyoruz sanırken, engelliyorlar, kısıtlıyorlar. Evlat tahammül edemiyor tabi. Esip gürlüyor yeri gelince. Kalp kırıyor, aşağılıyor maalesef…


İşte esas sınav buradan sonra başlıyor. Yine anne babaya düşüyor görev. Evladın cahilliğine verip onu ne olursa olsun eğitmeye devam mı etmeli? Yoksa seni kıymet bilmez nankör deyip dışlamalı mı?


Hani derler ya ne ekersen onu biçersin diye… İşte evladı büyütme kısmı toprağı kazıp küreyip, ekmeye hazırlama kısmı. Evladın bu asi döneminde takınacak tutumlar da ekme kısmı… İşte, sabredip elinden tutmaya devam edersen, mahsulün kaliteli ve bereketli; nankör deyip dışlarsan, mahsulün vasat oluyor. Ya sağlığında yanında, hastalığında başının üstünde taşıyor evladın, ya da sağlığında aklında, hastalığında bilinçaltında taşıyor…


Ve bir tatlı huzur almaya gittik Etimesgut Belediyesi Huzur Evi’ne.


Tedirgin gittim. Mutsuz yaşlılar, ihtiyarlamış hayatlar göreceğimi düşünerek. İçim acır, kıyamam çok çabuk kaptırırım kendimi. Ama gittiğimiz yer gerçekten de “huzur” evi idi.


Teyzelerimiz amcalarımız çok tatlıydı. Kapıda belirdiğimiz anda çocuk gibi ellerimize bakmaya başladılar. Aslında hiçbirinin paraya pula, giyeceğe, yiyeceğe ihtiyaçları yok. Sadece ilgi gördüklerini hissettirecek küçücük hediyeleri arıyor gözleri. Biz de onlara minik, kırlent gibi kullanacakları, bellerine, boyunlarına koyacakları yastıklar hediye ettik.

Her birinin hikayesi farklı farklıydı elbette ki. Sadece bir öğle arasına sıkıştırılmayacak, bir gün boyunca sohbet edilecek kadar çok hikaye var orada.


Karabiber Teyze vardı. Esmer olduğu için öyle diyorlarmış. Küsmemiş bu ismi takanlara, bembeyaz kıyafeti ve başörtüsü vardı başında.


Ali İhsan amca'nın odasına girmemizle güneşin gözümüzü alması bir oldu. Oysa odası giriş kattaydı. Ne kadar neşeli bir Beyefendi. Sanki hayat ona hep gülmüş... Hiç aldanmamış, aldatılmamış, acı keder görmemiş gibiydi. Yüzü güleç hayatla barışık... “Sabah kalktığımda kuş seslerini dinliyorum.” dedi. Bence bu kadar pozitif yükü oradan alıyor...

Yavuz amca Makedonya'dan gelmiş Türkiye'ye. Birazcık sinirli bir amcaydı. Bize Bir şey ikram edememesi bizim suçumuz oldu:) Üstüne bir de kibarlık olsun diye “sizin güler yüzünüz bize en güzel ikram”dedim. Bana dönüp çatık kaşlarıyla “Onu sana sormayacağım, ben bilirim neyin ikram olduğunu” dedi. Bastonu yanı başındaydı. Kafama geçirecek diye çok korktum... Ki sonra öğrendiğime göre yiyebilirmiştim o bastonu kafama.


Süheyla Hanım'a sizi ziyaret geleceğiz dedik. Telaşelendi. Odam uygun değil diye. Daha temizliğini yaptırmamış. Sonra kabul etti ama bizi. Odası çok düzenli ve zevkliydi. Hayran kaldığım tek odaydı belki de. Kendisi de çok düzenli ve bakımlıydı. Döpiyesini giymiş, arkadaşlarının yanına yan odaya geçiyordu. Çok şıksı

nız dediğimizde üzerindeki ceket pantolon takımını yıllar önce kendisinin diktiğini söyledi. Hayret ettik.

Ve beni en çok keyiflendiren odaya geldi sıra:) Leyla Teyzeciğimin odası. 3 arkadaş odaya girdik ve o hemen benim üzerimdeki bolero ile ilgilendi. Örneğine baktı, çok beğendi. “Zevkin benim zevkime benziyor, çok şık üzerindeki aferin sana” dedi. Leyla Teyzemin sarışınlara özel bir ilgisi varmış. Ben de sarışın o

lunca bana iki satırlık bir şiir okudu. “Resim çektirebilir miyiz beraber, bu şerefi bana bahşeder misiniz” diye sordum. Bir telaşedir aldı. Saçımı düzelteyim ama, güzel miyim bir aynaya baksaydım diye:) Saçını ben düzelttim, tokası tekrar taktım, karşısına geçip şöyle bir yüzüne baktım “çok güzelsiniz” dedim hayran hayran... Çok güzeldi... Kabul etti. En güzel pozumuzu verdik, sarılıp birbirimize. Nice sonra ismimi sordu “adın ne senin sarışın?” diye. Adımı duyunca şöyle bir kapattı gözlerini. “Bildim, tahmin ettim, o yüzden sevdim seni belli” dedi. Ben de onun adını sordum o zaman öğrendim. “Leyla Teyze”... “Çok güzelmiş isminiz de, sizin gibi” dedim. “Kızın olursa Leyla koy adını” dedi. O odada bir tek onunla ilgilendim. Bırakmadı beni, ben de onu bırakmak istemedim...


Zeki amca bir asker emeklisi. Orgeneral Büyükanıt ile vakt-i zamanında beraber çalışmışlar. Zeki Amca ile de oturup epey sohbet ettik. Bize resimlerini gösterdi, hepsinin hikayelerini teker teker anlattı. Eşinin resmine bakarken çok duygulandım. Çerçevenin köşesine, elinde kılıç tutan bir Sünger Bob resmi iliştirmiş. “Eşimi korusun diye koydum o resmi çerçeveye” dedi. Görmüş, geçirmiş, bilgili bir insandı Zeki Amca. Sohbet etmeyi, memleket meselelerinden konuşmayı özlemiş. Bize hayat hikayesini anlattı. Eş seçiminde dikkat etmemiz gereken noktaları öğütledi. Gözleri doldu, sesi titredi... Veda ederken “kusura bakmayın zamanınızı aldım” dedi. Gözlerim doldu. Bu kadar birikimli bir insan bizim zamnımız için hayıflanıyor. “Esas sen kusura Bakma Zeki Amca; biz yeteri kadar zaman ayıramadık sana”


Ve birçok hayata şöyle kıyısından bakıp, el öptük... Misafir olduğumuz odalarda neşeli hayatlar dışında umudunu kaybetmiş. Yataktan çıkmayan ihtiyarlarla da karşılaştık. Çocukları onu buraya getirdiler diye

şikayet edenle de oysa neredeyse hergün gelip ziyaret ediyorlarmış. Yavaş yavaş hayal dünyasında yaşamaya başlamış, resmen çocuklaşmış yaşlılar da gördük. İzdivaç programını izleyen amcalar da vardı, hayata hala delikanlı yürekleriyle bakanlar.


Ellerini öpüp dua istediklerimiz de oldu. Çıkarken dualar ederek çıktıklarımız da.


Bizi ne umutlarla büyütüyorlar. Yemeyip yedirme, giymeyip giydirme telaşında bütün anne babalar. Kimi evlatlar vefasızlıklarının sonucu huzur evine gönderiyorlar anne babalarını kimi evlatlar da daha iyi bakılacağını bildikleri için.


Kimi anne baba yapılan vefasızlığı zamanında kendileri ekiyorlar ki biçiyorlar, kimisinin sınavı böyle devam ediyor. Yaşlı olmak, ihtiyar olmak zor iş. Onları anlamak da ayrıca zor bir iş.


Çocuklaşıyorlar yaşlara yıllar eklendikçe. Onlar biz çocukken nasıl sabırla tahammül ettilerse bize, seve seve; ne olursa olsun onların da bu sabırı görmeye hakları var...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails