sayfalar

24 Ağustos 2009

Yücel Hoca'ya son görev...

“Ve bir yıldız daha kaydı” diye başlar sözler…

Bu sefer yıldızları “yıldız” yapan kaydı bu dünyadan…

Yürekleri burkan, boğaza o çözülemeyen düğümü oturtan haber: “Yücel Çakmaklı hoca bu dünyadan göç etti”

Ne denir ki… Bu dünyaya atılacak en güzel imzayla ölümsüzleşen, dünyalığına çalışırken ahiretini de güzelliştiren bir insan.

İnandığı değerleri ve fikirlerini dimdik duruşuyla Beyazperdeye bir nakkaş edasıyla işleyen, başarısıyla övünmeden mükafatlanan bir insan…

O koca yumruk halen daha boğazımızda… Seni unutmak mümkün değil Yücel Hocam…

Mekanın cennet olsun…

Ve ayakta alkışlanan tarihi;

1963 yılında, askerden döndükten sonra Yeni İstanbul Gazetesi'nde Tarık Buğra'nın yönettiği sayfada sinema yazıları yazmaya başladı. Bir yandan da Erman Film Stüdyoları'nda yönetmen yardımcısı olarak çalıştı.
1968'e dek 50 kadar filmde Dr. Arşevir Alınak, Osman Seden, Orhan Aksoy gibi yönetmenlere yardımcılık yaptı. İlk filmi Kâbe Yolları'nı (belgesel) yönetti.
1969'da Elif Film şirketini kurdu. Milli sinema olarak adlandırılan akıma dayalı filmler çekti.
1975-1990 arası TRT bünyesinde çalışmalarına devam etti. Kısa hikayelerden 30-70 dakika arası kısa TV filmleri yaptı.
1978'de Prag'da televizyon filmleri arasında ödül alan ilk yapım olan "Çok Sesli Bir Ölüm" ve "Çözülme" bu tarz çalışmalardır .
Tarık Dursun K.'dan Denizin Kanı, Tarık Buğra'dan Küçük Ağa ve Kuruluş gibi, roman uyarlamalarından TV dizileri gerçekleştirdi.
Necip Fazıl Kısakürek'in Bir Adam Yaratmak ve Turan Oflazoğlu'nun 4. Murad'ı gibi tiyatro eserlerinden TV oyunları yaptı.
Müzik odaklı drama olarak Hacı Arif Bey'in hayat hikâyesi ve bir Rumeli türküsünden yola çıkarak çektiği Aliş'le Zeynep sayılabilir.
Çocukluğu ve ilk gençliğinde aldığı altın tecrübelerle Türk Sinemasının en otantik yönetmenlerinden biri olmaya hak kazanan Yücel Çakmaklı, pek çok ilke imza atan ve çok değişik konuları filmleştiren çalışkan bir yönetmendir.
10 Temmuz 2008'de Devlet Üstün Hizmet Madalyasına layık görülmüştür.

(bilgilerin kaynağı: sinematurk.com)

13 Ağustos 2009

Mihr ü mâh




Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın biricik kızıdır…
Zamanında Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan’a talip olmuştur. Rüstem Paşa’nın bir yandan da sadrazam olma isteği vardır.

Devlet münasebetleri de göz önünde bulundurularak Sultanımız politik bir evlilikle Rüstem paşa ile evlendirilir…

Hürrem Sultan’ın da desteği ile Rüstem Paşa, Süleyman ve Hüsrev Paşaları ekarte ederek 1544 yılında Sadrazam olur. Sadrazam, tüm vaktini ve enerjisini devlet işlerine verdiği, karısıyla gereği gibi ilgilenemediği için, kudretli hükümdarın kızı da kendini hayır işlerine verir. Özellikle, adına yaptırılan iki büyük külliyenin yapımıyla geçirir vaktini: Üsküdar’daki, etek giymiş bir hanım görünümündeki Mihrimah Sultan Camii (İskele Camii) ve gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı Edirnekapı Camii. (Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami!)

En büyük şansı da Koca Sinan'ın mimarbaşı olmasıdır elbette... Mimar Sinan, en uygun yerlere en uygun camiyi -padişahın izni ve emriyle- dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir sihirli simetriyle yapıvermektedir Mihrimah için! Sihirli kısmını anlatayım... Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii ile Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette, yılın sadece bir gününde) göreceğiniz muhteşem manzara şudur: Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! “Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl bir estetik anlayışıdır!” dediğinizi duyar gibiyim...

Mimarbaşı, Mihrimah Sultan’a kalbî bir yakınlık duymasaydı; acaba bu harika uyumu yapabilir miydi? Hele bir de Mihr ü mâh, Farsça güneş ve ay anlamına geliyorsa!
Mimar Sinan ki padişahlara bile bu kadar ayrıcalık sunmamışken…

“Ey aşk” dedirtiyor insana değil mi?

Esinlenme: anafilya.org

12 Ağustos 2009

BUGÜNden...


TAN VAKTİNİ BEKLEMEK... GÖZYAŞIYLA, SABIRLA AMA UMUTLA...
GECENİN EN KOYU OLDUĞU O ANDA IŞIĞIN EN GÜZELİNİ BEKLEMEK...
BİR ANDA IŞIĞIN YEŞERMESİNİ BEKLEMEK...
TAN VAKTİNİ BEKLEMEK...
DUALARLA...

10 Ağustos 2009

Annem Söylemişti


Annem söylemişti…
Annem hep derdi zaten…

Bu aralar, olmayacağını bildiğim bir şeyi deli gibi istiyorum… Bunun yokluğunu çekeceğimi söylerdi zaten annem hep… Bir kız kardeş ya da bir abla. “yeri ayrıdır” derlerdi. Öyleymiş… Eve gidip de odama kapandığım zaman hiç sahip olmadığım o sesi arıyorum. Heyecanla bir şeyler anlatmak istiyorum ya da odasına izinsizce dalıp boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. O bir kardeş hem de kız! Hiçbir şey anlatmasam da anlar nasıl olsa halimden. Canımın sıkkın olduğu zamanlar minnetsizce bütün vaktini bana ayırmasını isteyebileceğim bir kız kardeş.

Geceleri evde herkes uyuduktan sonra balkonda karşılıklı kahve içebileceğim, derdini dinleyip dert anlatabileceğim biri. Aklımıza esen her gecede pijama partisi yapabilme özgürlüğü:).

Dört kız kardeşi olan annem derdi hep “bir kızın kız kardeşi olması farklıdır” diye. Her şeyde olduğu gibi tek olmayı seven ben itiraz edip “ben halimden memnunum, çekemezdim bir kızı daha” derdim hep.

Evimizde bir abla istiyorum, vaktini bana ayıracak, gerektiğinde benim vaktimi çalacak… Kıyafetlerimiz karışacağı, kavga edeceğim ama gecenin bir vakti elimde kahve gözümde yaşla uykusunu rahatlıkla bölebileceğim bir abla…

Annem hep der zaten…
Neden annem hep haklı çıkar ki zaten…

9 Nisan 2009

kıskanç değilim ki...


Ben kıskanç biri değilim ki… Kıskanmak benim tabiatımda yok. Her olaya ve her gelişmeye içtenlikle gülümseyerek bakar, herkes adına mutlu olabilirim.

Şu ayrımı yapmak gerekir ama “sevdiğini kıskanmak” bu tezime dâhil değil elbette. Gerektiğinde kıskançlıktan tırnaklarını çıkartmış bir kediye, dahası pençelerini hazırlamış bir pantere de dönüşebilirim…

Ama benim kurduğum hayallere benden daha az çaba sarf ederek kavuşanları neden kıskanayım ki?

Benim sindire sindire çıkmaya çalıştığım merdivenleri, bir başkası gelip beni omzumdan itekleyip 3’er 4’er tırmanmışsa ne olur ki sanki? Ya da ben sessiz sessiz ağlarken sevinç çığlıklarıyla biri yanımdan sıyrılıp geçince neden içimi kemirsin ki kıskançlık duygularım…

Vermek istediğim haberleri, bir başkasından duyunca damarım neden atmaya başlasın…
Allah aşkına ben kıskanç biri miyim?

Elbette kıskanç biri değilim. Kafa kafaya vermiş gelecek hakkında benim de kurup kavuşmak için terler döktüğüm bir hayale benden önce kavuşan ve bunun hakkında konuşan iki can ciğer arkadaşımın muhabbetini durmadan iş sorarak keser miyim hiç?

Ben kıskanacak değil, kıskanılacak biriyim…

Öyle eften püften şeyler bana böyle bir yazı yazdırtamaz ki…

Dedim ya kıskanmak benim tabiatımda yok:)

3 Nisan 2009

BENİM PERDEM

PERDENİN KAHRAMANLARI

Ne güzel olurdu değil mi bir çığlığımızla yanımızda bitiverecek bir kahraman? Gücünden şüphe etmeyeceğimiz, her işin üstesinden gelen, nerede ve ne zaman olursa olsun bizi yalnız bırakmayacağını bildiğimiz bir süper güç…

Ya da bir kahraman olabilmek güzel olmaz mıydı? Herkesin imdadına yetişebilecek, hayallerini süsleyecek, gizemiyle dikkatleri üzerine çekecek ve hakkında efsaneler anlatılacak bir süper kahraman…

Herkesin bir kahramanı vardır elbette… Bu kahramanlar bir zamanlar çizgi romanlarda boy gösterirken sonraları beyazperdede hayranlarının karşısına çıkmaya başladı.

Örümcek adam, süperman, batman, zorro ve spirit bunlardan birkaçı.

Çok küçük farklılıkları olsa da hepsinin amacı aynı; kötülerin karşısında, iyilerin yanında olmak.

Kahramanlarımızın maskeleri ya da kostümleri olmazsa olmazlarıdır. Süpermen ne olursa olsun bir kulübeye girip kostüm değiştirmeden gidemez hiçbir yere. Kostümleri olmasa bile Zorro, spirit ve batman gibi kahramanlar yüzlerini maskeleriyle mutlaka gizlerler.

Kahramanlarımız çift kişilikli bir hayat yaşarlar. Günlerinin “kahraman” olmadıkları zamanlarında bir kahramana oldukça tezat düşecek özellikleri vardır. Örümcek adam ve süperman, maskesinin altında kendine güveni olmayan biri, zorro bir sokak serserisidir. The spirit bu açıdan farklılık gösteren bir kahramandır çünkü o maskeliyken de maskesizken de bir dedektiftir.

Süper kahramanların süper güçlerine gelince, en önemlisi uçmalarıdır. Uçamasalar bile yükseklere tırmanmaktan, çatıdan çatıya atlamaktan asla çekinmezler. Korkusuzdurlar. 6. hisleri çok kuvvetlidir nerede bir olay var hemen hissederler. Her imdat sesine yetişirler.

Süper kahraman olmak aşka engel değil elbette. Her kahramanın uzaktan uzağa sevdiği, kimliğini gizlemek zorunda kaldığı bir kadın vardır. İzleyicilerin “ne şanslı” diye düşündükleri kadınlar kimi zaman bu “şans”ın farkındayken kimi zamansa haberleri bile olmaz…

Kahraman… Aslında kendi kahramanını herkes kendi belirler. Bir düşünsenize, sizin de içinizde gizli tuttuğunuz bir kahramanınız yok mu?

Belki de farkında değilsiniz, kahramanınız yanıbaşınızdadır...
Ya da farkında olmadan 'bir'inin kahramanısınızdır...

28 Mart 2009

BEYAZPERDE








Kucağında bir bebeğin, sevdiğin adamın ve kızının babasının ölümünü izlemek… Bunların hepsini aynı anda, aynı kişide izlemek…

Benjamin Button’ın tuhaf hikayesi…

İzlenmesi fakat asla empati yapılmaması gereken bir film…
Related Posts with Thumbnails