Bu gözler bir şehri daha gördü…
Abimin yemin töreni dolayısıyla Samsun’daydık. Günübirlik yapılan seyahat oldukça yorucu geçti. Hava değişikliğinin şu sıralar bana iyi geleceğini düşünerek hevesle bekledim yolculuk gününü ama umduğum gibi olmadı. Vücudumun ve metabolizmamın sarsılan dengesini iyice bozdu.
Samsun güzel şehir. En azından içinde deniz olan bir şehir. Havası biz Ankara insanlarına biraz ters. Biz ayaza alışmışız, kuru soğuğa. Bir şehirde deniz oldu mu insanın içine işliyor havası da soğuğu da. Ankara pat diye insanın yüzüne çarpar ayazını soğuğunu. İlk başta üşürsün, sonra alışır gibi olursun… Ama deniz oldu mu bir şehirde üşütmeyecek gibi geliyor havası. İnceden inceye, tabir yerindeyse pusuya yata yata sarıyor soğukluğu. Üşüdükçe üşüyor insan, alışamıyor soğuğa, alıştım sandıkça daha da üşüyor. Yine de herşeye rağmen deniz varsa bir şehirde tutsak ediyor insanı kendisine…
Yol herzamanki yoldu benim için… Ağaçlar arabamızın yanından hızla geçtikçe, kilometreler ardımızda sıralandıkça beynimdeki düşünceler o denli hızlı birikiyorlar. İç hesaplaşmalar, kar zarar hesapları, doğrular yanlışlar, iyikiler keşkeler… derken bu yükü kaldıramayacağımı kabul edip uykuya daldım acizce. Delikanlılık kavgadan kaçmaktaymış ya, o hesap.
Samsun’un yeni doğmuş güneşi ile uyandım. Soğuk bir benzin istasyonunda köy kahvaltısı ile ayıldım. Karadenizin neresi olursa olsun bir başka güzel, yeşili bir ayrı yeşil…
Ülkemin içinde bazı yerlere gitmek benim için yurt dışına çıkmaktan daha bir ütopyadır. Mantıklı bir sebebi yok… Öyle bir kabulleniş. O ütopyalardan biri de ‘Karadeniz’dir. Samsun’dan şöyle bir geçivermekle Karadeniz’i gezdim demek haksızlık olur ama yine de Karadeniz’e bir günlük bile bir kenarından uğramış olmak çok heyecanlandırdı beni.
Bu heyecanın içinde bir aydır özlediğim abimi görecek olmam ve hatta subay kıyafetleri içinde görecek olmam da vardı elbette…
Adresi takip et, yolu bul kaybet derken, Askeriye’yi bulduk. “Sahra Sıhhiye Komutanlığı.”
Askeriyenin gözüne iğnelerimiz yine battı tabi ki.
Bir tepelikte olan tören alanında meraklı bekleyiş başladı. Samsun’un o bahsettiğim soğuğu bizi sarıp üşümeye başlarken, heyecanın soğukluğu da körükledi, yerimizde duramaz olduk.
Ve yaş ortalaması 30 olan körpe(!) askerler göründü. “Herşey vatan için” “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağıran, rap rap sesleriyle 300 kişi sislerin arasından çıkıp geldi.
Gözlerim doldu… Asker olmaları değildi ağlatan… Her birinin en az 2 yaşında birer çocuğu var. Anneler “bak baban el salla babana” diye teselli etmeye çalışırken çocuklar koşup babalarına sarılamadıkları için hırçın bir ağlamanın içindeydiler. Bir aydır özlem var hem eşlerde hem çocuklarda… Anne babalar biraz daha dirayetli ama… eşler ve çocuklar…
Tören başladı, konuşmalar yapıldı, silahlarla arkadaş durulup vatanı ne pahasına olursa olsun ölmeyi bile göze alarak korumaya yemin edildi.
Komutanın konuşması hala daha kulaklarımda. “Asker” olmak ruhuna kadar işlemiş olan tecrübe şöyle konuştu: “Evlatlarım, unutmayın merhametten maraz doğar. Saygınlığınızı yitirmeyin, sevginizi de eksiltmeyin!” Asker olmak böyle bir şey…
Asker kuzumuzu subay olarak 15 günlüğüne ödünç aldık…
Bir daha kimbilir ne zaman göreceğimiz Samsun’u öylesine dolanıp, bir aydır Ankarasına hasret kalan abimi yuvasına kavuşturduk.
Kandile denk gelen yolculuğumuzda yolcu duası kabul olur inancıyla uykumda, uyanıklığımda durmadan dua ettim…
… Darısı askerliğini yapmamış olanların başına… Tez zamanda, hayrlarla…
Samsun’un yeni doğmuş güneşi ile uyandım. Soğuk bir benzin istasyonunda köy kahvaltısı ile ayıldım. Karadenizin neresi olursa olsun bir başka güzel, yeşili bir ayrı yeşil…
Ülkemin içinde bazı yerlere gitmek benim için yurt dışına çıkmaktan daha bir ütopyadır. Mantıklı bir sebebi yok… Öyle bir kabulleniş. O ütopyalardan biri de ‘Karadeniz’dir. Samsun’dan şöyle bir geçivermekle Karadeniz’i gezdim demek haksızlık olur ama yine de Karadeniz’e bir günlük bile bir kenarından uğramış olmak çok heyecanlandırdı beni.
Bu heyecanın içinde bir aydır özlediğim abimi görecek olmam ve hatta subay kıyafetleri içinde görecek olmam da vardı elbette…
Adresi takip et, yolu bul kaybet derken, Askeriye’yi bulduk. “Sahra Sıhhiye Komutanlığı.”
Askeriyenin gözüne iğnelerimiz yine battı tabi ki.
Bir tepelikte olan tören alanında meraklı bekleyiş başladı. Samsun’un o bahsettiğim soğuğu bizi sarıp üşümeye başlarken, heyecanın soğukluğu da körükledi, yerimizde duramaz olduk.
Ve yaş ortalaması 30 olan körpe(!) askerler göründü. “Herşey vatan için” “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağıran, rap rap sesleriyle 300 kişi sislerin arasından çıkıp geldi.
Gözlerim doldu… Asker olmaları değildi ağlatan… Her birinin en az 2 yaşında birer çocuğu var. Anneler “bak baban el salla babana” diye teselli etmeye çalışırken çocuklar koşup babalarına sarılamadıkları için hırçın bir ağlamanın içindeydiler. Bir aydır özlem var hem eşlerde hem çocuklarda… Anne babalar biraz daha dirayetli ama… eşler ve çocuklar…
Tören başladı, konuşmalar yapıldı, silahlarla arkadaş durulup vatanı ne pahasına olursa olsun ölmeyi bile göze alarak korumaya yemin edildi.
Komutanın konuşması hala daha kulaklarımda. “Asker” olmak ruhuna kadar işlemiş olan tecrübe şöyle konuştu: “Evlatlarım, unutmayın merhametten maraz doğar. Saygınlığınızı yitirmeyin, sevginizi de eksiltmeyin!” Asker olmak böyle bir şey…
Asker kuzumuzu subay olarak 15 günlüğüne ödünç aldık…
Bir daha kimbilir ne zaman göreceğimiz Samsun’u öylesine dolanıp, bir aydır Ankarasına hasret kalan abimi yuvasına kavuşturduk.
Kandile denk gelen yolculuğumuzda yolcu duası kabul olur inancıyla uykumda, uyanıklığımda durmadan dua ettim…
… Darısı askerliğini yapmamış olanların başına… Tez zamanda, hayrlarla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder