sayfalar

25 Eylül 2008

SONBAHAR...

Hasretlik alışkanlık yapmış, artık hiçbir şey hissetmeden yaşamaya başlamıştım…
Öyle oturup televizyon izliyordum. İzlenmeye değer bir şey olmamasına rağmen dalmışım ekrana… Ne izlediğimi bile hatırlamayacak kadar değersizdi ekranda canlılık bulan görüntü…
Dedim ya hasretlik alışkanlık yapmış; hissetmiyordum artık hiçbir şey… Taa ki sesini duyana kadar…
Elimde çekirdeğim keyifle çitletiyordum… Gürül gürül sesi duydum önce, aldırmadım. Dikkatimi bile çekmedi… Şakırdısı geldi sonra. Ortam karardı bir anda. Göz bebeklerimin karanlıktan daha da irileştiğini hissettiğim anda kendime geldim… Kafamı çevirip arkamdaki camdan dışarı baktım:
YAĞMUR YAĞIYORDU! Bu ne mutluluktu… Yağmur yağıyordu, gök gürlüyordu… Sanki sonbahar “cee” yapıyordu bana perdenin altından… Onu farkedip gözgöze geldiğimizde sevinç çığlıkları attı; gök bir daha gürledi… “ben geldiiim” dedi. Mutlulukla bakakaldım suratına… Ahh sonbahar, ahh sonbaharım… Çok özledim seni! Gecen sene nerdeyse hiç görmedim seni… Öyle bi uğrayıp gittin bir kahvemi bile içmeden… Ateş almaya gelmişçesine. “Seneye” dedin “seneye görüşürüz.” Rüya gibi gelip geçtin… Yaz iyi haberlerini getirmedi. “Sonbahar gelmeyecek bu yıl” dedi… “ben onun yerinede kalıcam, normalden daha fazla tahammül edeceksiniz bana” o kadar üzüldüm ki… Eminim kış da üzülürdü. Sen gelmezsen biz kışla kimi çekiştirecektik? Ben kışa kimi anlatacaktım? Kış bana seni sorduğunda ne derdim? Ama geldin… Bugün uğradın bana. Dışarı attım kendimi kolların yağmura sarıldım. Sırılsıklam olana kadar sarıldım sana… Kara gözlerine baktım; kapkara gökyüzüne. Konuşamadık ama uzun uzun. Şimdi gitmem lazım dediği an ateş düştü içime: “ya bi daha gelmezse” diye! Pastırma sıcakları da sırasını savsın, gelecekmiş sonbahar. Söz verdi bana…
Tabi ya gelmesi gerekiyor… Sonbahara bıraktığım onca hevesim, hayalim, planlarım var. Sonbaharın yardımıyla kışa hazırlayacaklarım var… Kalbimin kışlıklarını tamamlayacağız onunla. Yağmurlarıyla arınıcam tüm gönül ve hayal kırıklıklarımdan. Sokaklara çıkıcam onu gezdirmek için. Girmeyeceğim eve. Ankara sokaklarında onunla gezicem. Ankara’ya en yakışanlarından biriyle; sonbaharla…
Herkesi kıskandıracak dostluğumuz, keyfimiz ve mutluluğumuz…
Sonbahar, gelmen lazım. Mutlu olmam için gelmen lazım… Ve mutlu olmaya ihtiyacım var sonbahar…
Yağmurlarınla ağlayarak rahatlamaya ihtiyacım var. Yaprakların sararıp, dökülmesine vesile olduğun gibi dertlerimin de sararıp dökülmesine vesile olman lazım. Yeşilin kıymetini bilmem için beni yeşile acıktırman lazım… Evden çıkıp hayatı tekrar kabulleneceğim seninle.
Herşeyi bırak; kokunu özledim be sonbahar… Ferah kokunu, serin kokunu, içimi tertemiz yapan kokunu…
Sen gel hele bi; yine penceremin önüne toprak koyucam… Her yağmurunda odam toprak kokacak. Taptaze yağmur ve toprak kokusu odama dolacak; işte esas o zaman odam tam manasıyla havalandırılmış olacak.
Kasvetli yüzünün ardındaki huzuru keşfetmeliyim yine. Keşfetmeliyim ve kendimi özel hissetmeliyim. Sendeki huzuru farkedebilen şanslı insanlardan olduğumu bilmeliyim.
Kara gözlerini, kara bakışlarını da özledim. Tek kızdığım, parlamıyor geceleri kara gözlerin. Yıldızlarım görünmüyor gözlerinden. Ama yine de parlamasa da gözlerin, alamıyorum gözlerimi gözlerinden.
Gel be sonbahar… Eylül’e var sabrım. Ekim, seni beklemenin heyceanıyla da geçer. Ama Kasım ayı, kasım ayı olmaz sensiz. Kasım ayı çekilmez sensiz…
Gel be sonbahar… Gel de kışı karşılarken yalnız bırakma beni…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails