sayfalar

28 Nisan 2010

25 Nisan 2010

BUGÜNden...

Deli dolu geçen haftalarda, sessiz sakin geçen pazarları seviyorum.

Bu Pazar da öyleydi. Evden çıkmama günümdü. Aklıma estiği anda elimde her ne varsa bırakıp gidip yattığım, sofrayı hiç toplamadığım, bir odayı akşama kadar gele gide topladığım, bilgisayarda izlediğim dizi her an açık durduğu, hatta bilgisayarın açık büfe misali akşama kadar hiç kapanmayıp canım sıkıldıkça başına geçtiğim harika bir pazar.

Bu pazarın son saatlerinde yaklaşık 4-5 aydır düzenlenmeyi bekleyen kütüphaneme takıldı gözüm. Aylar sonra aldığım kitap korumalık bir ay da öylece rafta bekledi. Şimdi kitapları güzel bir boy, tarz ve yazar sırasına koyup dizme zamanı. Elime Atilla İlhan'ın “kimi sevsem sensin” kitabı geldi. Kapağında çok güzel bir çift yeşil göz...

Öğrenciyken canım çok sıkıldığında raftan bir şiir kitabı alır, herhangi bir sayfasını açar ve “bu şiir, bu gün için, bu an için” derdim. Şiiri hazmettikten sonra da o sayfaya birkaç cümle karalar, tarihi atar, rafa tekrar koyardım.

2 Yıl oldu öğrencilik hayatım biteli... ve 2 yıldır ben bu şiir kaçamaklarını hiç yapmadığımı farkettim.

Elimdeki Atilla İlhan “kimi sevsem sensin” kitabından hemen bir sayfa açtım ve “geçen 2 yıl için” dedim...

görünmez camlara mı çarptım
dalgınlığın aynasında o akşam
bambaşka bir şehre uçacaktım
yıldız yağmurundan sırılsıklam
yalnızlığımda o kadın bekliyordu.

yanlı$ bir hayalin şehrinde kaldım
sevdiği ben değilim anlatamam.
o aşk bu değildi tasarladığım
büyük bir tenhalık nasıl korkmam
korkularım bir canavar doğurdu

bilmem n'apsam nereye kaçsam
ye$il karanlığında ağır tutsağım
gözlerinden çıkmak başlıca tasam
saçlarının zincirinde elim ayağım
kirpikleri süngü takmış bir ordu

bütün saatler bir anda durdu

ATTİLA İLHAN(ayak üstü aşk)

Ama daha sayfasına hiçbir şey yazmadım... O bana özel...

22 Nisan 2010

Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik


Bir tatlı huzur almaya geldik…


Çocukları büyütüyor anneler babalar, yediriyor, içiriyor, adam ediyorlar…


Hatta daha baştan alalım, bir ana 9 ay karnında taşıyor. Kimi anneler ne zorluklar çekiyor o hamilelik döneminde. En rahat hamilelik geçireni bile hormanal dengenin bozulmasından dolayı bir çok buhran atlatıyor…. Ama evladı cennet kokuları ile verilmiyor mu kucağına; unutuyor çektiği tüm çileyi. Allah yeni bir psikoloji bahşediyor kadına! Ruhuna ve hormonlarına “annesin sen, şefkatlisin” diye emrediyor… “Ol” diyor Rabbim “Anne ol!”


Ya Babalar… Kadın bir doğum yaparken, erkek kapıda dokuz doğururmuş ya… İki canı da o kapının ardında. Biri misafiri yavrusu, diğeri kadını… Beklemenin acısını, sabrını yaşıyor.

Ve misafir çıkagelince yuvaya ne hayaller kuruluyor? Daha ilk gününü yaşarken yavrusu, film şeridi gibi geçiyor babanın gözünün önünden yavrucuğunun hayatı. Babanın tecrübeleri üzerine, annenin hayal ettiği hayat ile birlikte.

Zorluklar vuruyor bazen kapıyı. Hayat zor ve acı tarafını sunuyor aileye. Anne baba kavgadan korur gibi koruyor evladını hayatın bu yüzünden. Evladına hep en iyisini vermek istiyor. Elinden ne geliyorsa onun en iyisini…


Anne baba da kul değil mi? Yapıyorlar bazen hata. Üzüyorlar evlatlarını, anlamıyorlar zamanı geliyor, ya da haddinden fazla anlamaya çalışıyorlar. Koruyoruz sanırken, engelliyorlar, kısıtlıyorlar. Evlat tahammül edemiyor tabi. Esip gürlüyor yeri gelince. Kalp kırıyor, aşağılıyor maalesef…


İşte esas sınav buradan sonra başlıyor. Yine anne babaya düşüyor görev. Evladın cahilliğine verip onu ne olursa olsun eğitmeye devam mı etmeli? Yoksa seni kıymet bilmez nankör deyip dışlamalı mı?


Hani derler ya ne ekersen onu biçersin diye… İşte evladı büyütme kısmı toprağı kazıp küreyip, ekmeye hazırlama kısmı. Evladın bu asi döneminde takınacak tutumlar da ekme kısmı… İşte, sabredip elinden tutmaya devam edersen, mahsulün kaliteli ve bereketli; nankör deyip dışlarsan, mahsulün vasat oluyor. Ya sağlığında yanında, hastalığında başının üstünde taşıyor evladın, ya da sağlığında aklında, hastalığında bilinçaltında taşıyor…


Ve bir tatlı huzur almaya gittik Etimesgut Belediyesi Huzur Evi’ne.


Tedirgin gittim. Mutsuz yaşlılar, ihtiyarlamış hayatlar göreceğimi düşünerek. İçim acır, kıyamam çok çabuk kaptırırım kendimi. Ama gittiğimiz yer gerçekten de “huzur” evi idi.


Teyzelerimiz amcalarımız çok tatlıydı. Kapıda belirdiğimiz anda çocuk gibi ellerimize bakmaya başladılar. Aslında hiçbirinin paraya pula, giyeceğe, yiyeceğe ihtiyaçları yok. Sadece ilgi gördüklerini hissettirecek küçücük hediyeleri arıyor gözleri. Biz de onlara minik, kırlent gibi kullanacakları, bellerine, boyunlarına koyacakları yastıklar hediye ettik.

Her birinin hikayesi farklı farklıydı elbette ki. Sadece bir öğle arasına sıkıştırılmayacak, bir gün boyunca sohbet edilecek kadar çok hikaye var orada.


Karabiber Teyze vardı. Esmer olduğu için öyle diyorlarmış. Küsmemiş bu ismi takanlara, bembeyaz kıyafeti ve başörtüsü vardı başında.


Ali İhsan amca'nın odasına girmemizle güneşin gözümüzü alması bir oldu. Oysa odası giriş kattaydı. Ne kadar neşeli bir Beyefendi. Sanki hayat ona hep gülmüş... Hiç aldanmamış, aldatılmamış, acı keder görmemiş gibiydi. Yüzü güleç hayatla barışık... “Sabah kalktığımda kuş seslerini dinliyorum.” dedi. Bence bu kadar pozitif yükü oradan alıyor...

Yavuz amca Makedonya'dan gelmiş Türkiye'ye. Birazcık sinirli bir amcaydı. Bize Bir şey ikram edememesi bizim suçumuz oldu:) Üstüne bir de kibarlık olsun diye “sizin güler yüzünüz bize en güzel ikram”dedim. Bana dönüp çatık kaşlarıyla “Onu sana sormayacağım, ben bilirim neyin ikram olduğunu” dedi. Bastonu yanı başındaydı. Kafama geçirecek diye çok korktum... Ki sonra öğrendiğime göre yiyebilirmiştim o bastonu kafama.


Süheyla Hanım'a sizi ziyaret geleceğiz dedik. Telaşelendi. Odam uygun değil diye. Daha temizliğini yaptırmamış. Sonra kabul etti ama bizi. Odası çok düzenli ve zevkliydi. Hayran kaldığım tek odaydı belki de. Kendisi de çok düzenli ve bakımlıydı. Döpiyesini giymiş, arkadaşlarının yanına yan odaya geçiyordu. Çok şıksı

nız dediğimizde üzerindeki ceket pantolon takımını yıllar önce kendisinin diktiğini söyledi. Hayret ettik.

Ve beni en çok keyiflendiren odaya geldi sıra:) Leyla Teyzeciğimin odası. 3 arkadaş odaya girdik ve o hemen benim üzerimdeki bolero ile ilgilendi. Örneğine baktı, çok beğendi. “Zevkin benim zevkime benziyor, çok şık üzerindeki aferin sana” dedi. Leyla Teyzemin sarışınlara özel bir ilgisi varmış. Ben de sarışın o

lunca bana iki satırlık bir şiir okudu. “Resim çektirebilir miyiz beraber, bu şerefi bana bahşeder misiniz” diye sordum. Bir telaşedir aldı. Saçımı düzelteyim ama, güzel miyim bir aynaya baksaydım diye:) Saçını ben düzelttim, tokası tekrar taktım, karşısına geçip şöyle bir yüzüne baktım “çok güzelsiniz” dedim hayran hayran... Çok güzeldi... Kabul etti. En güzel pozumuzu verdik, sarılıp birbirimize. Nice sonra ismimi sordu “adın ne senin sarışın?” diye. Adımı duyunca şöyle bir kapattı gözlerini. “Bildim, tahmin ettim, o yüzden sevdim seni belli” dedi. Ben de onun adını sordum o zaman öğrendim. “Leyla Teyze”... “Çok güzelmiş isminiz de, sizin gibi” dedim. “Kızın olursa Leyla koy adını” dedi. O odada bir tek onunla ilgilendim. Bırakmadı beni, ben de onu bırakmak istemedim...


Zeki amca bir asker emeklisi. Orgeneral Büyükanıt ile vakt-i zamanında beraber çalışmışlar. Zeki Amca ile de oturup epey sohbet ettik. Bize resimlerini gösterdi, hepsinin hikayelerini teker teker anlattı. Eşinin resmine bakarken çok duygulandım. Çerçevenin köşesine, elinde kılıç tutan bir Sünger Bob resmi iliştirmiş. “Eşimi korusun diye koydum o resmi çerçeveye” dedi. Görmüş, geçirmiş, bilgili bir insandı Zeki Amca. Sohbet etmeyi, memleket meselelerinden konuşmayı özlemiş. Bize hayat hikayesini anlattı. Eş seçiminde dikkat etmemiz gereken noktaları öğütledi. Gözleri doldu, sesi titredi... Veda ederken “kusura bakmayın zamanınızı aldım” dedi. Gözlerim doldu. Bu kadar birikimli bir insan bizim zamnımız için hayıflanıyor. “Esas sen kusura Bakma Zeki Amca; biz yeteri kadar zaman ayıramadık sana”


Ve birçok hayata şöyle kıyısından bakıp, el öptük... Misafir olduğumuz odalarda neşeli hayatlar dışında umudunu kaybetmiş. Yataktan çıkmayan ihtiyarlarla da karşılaştık. Çocukları onu buraya getirdiler diye

şikayet edenle de oysa neredeyse hergün gelip ziyaret ediyorlarmış. Yavaş yavaş hayal dünyasında yaşamaya başlamış, resmen çocuklaşmış yaşlılar da gördük. İzdivaç programını izleyen amcalar da vardı, hayata hala delikanlı yürekleriyle bakanlar.


Ellerini öpüp dua istediklerimiz de oldu. Çıkarken dualar ederek çıktıklarımız da.


Bizi ne umutlarla büyütüyorlar. Yemeyip yedirme, giymeyip giydirme telaşında bütün anne babalar. Kimi evlatlar vefasızlıklarının sonucu huzur evine gönderiyorlar anne babalarını kimi evlatlar da daha iyi bakılacağını bildikleri için.


Kimi anne baba yapılan vefasızlığı zamanında kendileri ekiyorlar ki biçiyorlar, kimisinin sınavı böyle devam ediyor. Yaşlı olmak, ihtiyar olmak zor iş. Onları anlamak da ayrıca zor bir iş.


Çocuklaşıyorlar yaşlara yıllar eklendikçe. Onlar biz çocukken nasıl sabırla tahammül ettilerse bize, seve seve; ne olursa olsun onların da bu sabırı görmeye hakları var...

17 Nisan 2010

GİT


Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.

Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leylâ bilirler.

Sanırlar ki sen beni biricik yâr saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

Sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez.

Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.

Yâri Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

Henüz lâyık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerbetinden kaç kadeh içecekler!

Madem aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selâma muhtac et!

Güllere de aşkolsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşkolsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!

Git iş işten geçmeden çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!...

CEMAL SAFİ

4 Nisan 2010

ÇABUK GEL OLUR MU?

Şimdi burada olsaydın kavga ederdik ne güzel. Başka bir şey gelmiyor aklıma seninle ilgili. Resmine her baktığımda kavgalarımızı hatırlıyorum önce... Sonraysa...




İçeride ciddi bir konu konuşuluyor. Ben küçüğüm anlamam... Odama girdim hemen. Şimdi olsan arkamdan sen gelirdin. Radyonun kanalını değiştirir; yataktan başka herşeye benzeyen yatağımda kendine bir yer bulur yatardın. Ve konuşmaya başlardın, nereden bulursun o kadar mevzuyu?

O kadar özledim ki seni! Ama çok inatçıyım işte. Söylemiyorum ama o kadar çok seviyorum ki seni.

Balkonun altında arabayı yıkarken kafayı kaldırıp bana bakan, sadece bana bakan iki erkek olun hayatta. Benden başka kimseyi çok sevmeyin...

Ve sen! Askerden gelince ilk bana sarılmayı özle. Çünkü ben seni öyle özledim...

Bazen öyle telaşe oluyor ki evde, uyuyunca sakinleşiyor ortalık ancak. Bir de odama girip, ders çalışmak için masamın başına geldiğimde masamdaki fotoğrafları teker teker süzdüğüm zaman...

Ve sen oluyorsun o fotoğraflarda bir de abimiz. Öyle özelsiniz ki hayatımda. Vazgeçilmezlerimsiniz. Ben ise aranızdan hiç ayrılmayacak kardeşiniz.

80 gün sonra dönüyorsun. Hiç gitmemiş gibi gel. Okuldan dönünce her zamanki seni bulayım evde. Elinde bir fincan şekersiz çay, müzik setinin başında “Fear of the Dark”ı dinliyor ol. Ve iğrenç geçen yazılımı sor. Sonra da uzun uzun öğütler ver. Askere hiç gitmemiş, 8 ay boyunca benden, bizden hiç ayrılmamış gibi. En son dün gece görüşmüşüz gibi...

Ağlıyorum...

Sen bunları hiç bilme. Çünkü inatçıyım, söyleyemem sevdiğimi...

Hiç eksilmeyin ömrümden e mi?

Çabuk gel olur mu?

Seni çok özledim...
*8 yıl önce yazmışım bunu... Bir defterin arasında sıkı sıkı saklamışım. Geçenlerde çıkınca karşıma, tekrar ağlattı beni...
Related Posts with Thumbnails